Edirne bayırınıı hangi sıklıkla ziyaret edersiniz?

Bu Blogda Ara

20 Mart 2010 Cumartesi

ANNEM'in yaşlandığını hissetmek bile acıtıyor içimi ):

Saat gecenin bir yarısı. Belki de burukluk değil benimkisi, sadece sade bir sitem. Bir insanın sürekli mi canı sıkılır. Bir tarafa atılmış gibi hisseder yüreğini. Bir boşluktur doldurulmaz. Yerine koymak istersin farkında olmadan kimilerini, koyamazsın. Sarılmak istersin belki de ona hiç sarılmadığın kadar sıkıca ve yürekten.

Bazen öyle insanlar çıkar ki karşına, öyle zayıf anlarında yakalarlarki seni, o şiddetli sarılışları onlarla yaparsın. Tabiki o da karşılık verir sanki yerini o an için dolduruyormuş inancıyla sen zorladıkça zorlayan cinstendir. Yok ama bilmezki bu ayrıdır. Bir kere o çok eskilerden hatıra koku yoktur üzerinde koklamaya alıştığın. O tik tak atan, şiddetini gözbebeklerinin büyümesinden anladığın, dinledikçe hissettiğin yüreğin sesi başka türlüdür, yerini tutmaz. Kollar bir başka türlü sarardıki seni, o sarılış bedeni sardımıydı korku, üzüntü, kaygı kalmazdı. O eve geç gelişlerini bekleyen meraklı gözler telaşla kapıyı açtığında seni karşısında görmenin verdiği mutlulukla bir başka parlardı.

Şimdi yoksun. Uzaktasın... Kulaklarım o her sabah beni uyandırdığın sese muhtaç şimdi. O merakla gittiğim, gördüğüm, yaptığım, ettiğim her yeri her şeyi dinlemeye hazır seni özlüyorum. O asabi tavırlarıma sabırla karşılık veren seni özlüyorum. Uzak değilsin belki ama sana istediğim an uzanamayan ellerimi bir yerlere sığdıramıyorum.

Her şey içimde patlıyor; seviçler, kederler, kaygılar... Kimse yerini tutmuyor. Olmuyor işte; diyeceksin kocaman oldun ne bu çocukça yalnızlık. Bu yalnızlık değil annem, sensizliğe alışamamanın sitemi her boşlukta beni saran.

Yine de uzaklarda olsan da varlığını bilmek güzel. Hayatta olman bana güç veriyor. En azından senin için birseyler yapıyor olmanın gururu ve inancıyla yaşıyorum. Ama yine de ister yirmi yirmibeş, ister kırk kırkbeş, suya muhtaç bir çiçek gibi sana muhtacım.

3 Mart 2010 Çarşamba

Emperyal oteli
ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
emperyal otelinde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berheva olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır insaf nedir bilmez
otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul'u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı
emperyal oteli'nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu
tepebaşı'ndaki küçük yahudiler
asmalımesçit'teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç'e bir avuç kan dökülmüştü
emperyal oteli'nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı'nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun .... kanıma girdin ..... kabulümsün.
Atilla İLHAN

28 Şubat 2010 Pazar

Trışkadan nağmeler :)))

Bir insana alışmakla başlar sevmek ,,
Sevmek ise bir insanı untmaktan hibaret......

Sevmek nefretin yarısıdır,
Nefret ise sevmelerin karısıdır...

Yaşamak hayata kandırır,,
Ölmek ise hayatı satandır....

Neden ağlamaz insan alıştığı acılara,,
Neden anlamaz insan alışmak zorundadır acılara..

Bazıları için gecenin 3 ünde 3 bira içipte bi şeyler yazmaktan hibarettir ufak mutluluklar naaparsın .!!!!!!

Ali harphaslan

Hayat bizi 61 kenara ;))


Her varlık, diğer kutbunu içinde taşır.Biri diğerinden oluşur.Var olan her şey sonsuz bir devinim içindedir, her şey akar, her şey karşıtına dönüşür.Yaşamın ölüme dönüşmesi doğum anında başlar, tıpkı daha sabahleyin akşamın başlaması gibi; çürüyen meyvenin içindeki çekirdek yeni bir yaşam demektir.Eulenspiegel (Almanların Nasreddin Hoca'sı) dağdan aşağı inerken ağlar.Çünkü biraz sonra yokuş çıkacağını bilir.Dağa tırmanırken güler, çünkü o an rahat inişi düşünmektedir.Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz...

Copyright2010@
tRocKya_39

25 Şubat 2010 Perşembe

İŞTE BEYAZ,İŞTE YAŞAM,İŞTE AŞK..

koridorlar
tren istasyonları gibi pürtelaş
vagonlarda yaşam kavgaları...odalar
beyaz melekler üzgün
doktorlarda bir telaş
hayat memat meselesinde insanlar
aşk var mı?
gözlerde küçücük flörtler
odalarda hayat anları
feryat... figan... can pazarı...
ah hayat,ah yok olma duygusu
sevgililerde tereddütler,
heyecan
yaşama..yaşatma meselesi...dertler
anlarda küçücük meşkler
gönüllerde kaybolma korkusu
gözlerde hatıralar..
beklenen sevgililer..
ve özlenilen anlar...
aşk var mı?
olmalı mı?
olmamalı mı derken
olmalı
hemde yüreğin tam ortasına konmalı
gülümsemeli yaşam
aşk gülümsemelerde tutuklanmalı...
Gözlerimi geleceğe kapayıp geçmişi unutmak istiyorum.” deyip kendini hava gazıyla geçmişinden ve geleceğinden mahrum eden Sadık Hidayet’e inat , geçmişimizi bir masal tadında hatırlayıp geleceğe umut dolu gözlerle bakalım...

24 Şubat 2010 Çarşamba

EİNSTEİN VE ŞÖFÖRÜ

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile
gidermiş. Yine bir konferansa
gitmek... üzere yola çıktıkları bir gün şoförü
Einstein'a;

"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken
ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her
şeyi kelimesi
kelimesine biliyorum" demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte
bulunmuş:
"Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç
tanımıyorlar... O halde
bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim
yerime sen konuş,ben de
arka sırada seni dinlerim." Şoför, gerçekten
çok şahane ve başarılı bir
konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine
oturacağı sırada bir kişi,
o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:

"Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok
garip" demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein'ı
işaret ederek şöyle devam
etmiş:
"Şimdi size arka sırada oturan şoförümü
çağıracağım ve sorduğunuz soruyu,
göreceksiniz, o bile cevaplayacak."

Netice: AKILLI İNSANLAR, AKILLI İNSANLARLA
ÇALIŞIR....