Edirne bayırınıı hangi sıklıkla ziyaret edersiniz?

Bu Blogda Ara

28 Şubat 2010 Pazar

Trışkadan nağmeler :)))

Bir insana alışmakla başlar sevmek ,,
Sevmek ise bir insanı untmaktan hibaret......

Sevmek nefretin yarısıdır,
Nefret ise sevmelerin karısıdır...

Yaşamak hayata kandırır,,
Ölmek ise hayatı satandır....

Neden ağlamaz insan alıştığı acılara,,
Neden anlamaz insan alışmak zorundadır acılara..

Bazıları için gecenin 3 ünde 3 bira içipte bi şeyler yazmaktan hibarettir ufak mutluluklar naaparsın .!!!!!!

Ali harphaslan

Hayat bizi 61 kenara ;))


Her varlık, diğer kutbunu içinde taşır.Biri diğerinden oluşur.Var olan her şey sonsuz bir devinim içindedir, her şey akar, her şey karşıtına dönüşür.Yaşamın ölüme dönüşmesi doğum anında başlar, tıpkı daha sabahleyin akşamın başlaması gibi; çürüyen meyvenin içindeki çekirdek yeni bir yaşam demektir.Eulenspiegel (Almanların Nasreddin Hoca'sı) dağdan aşağı inerken ağlar.Çünkü biraz sonra yokuş çıkacağını bilir.Dağa tırmanırken güler, çünkü o an rahat inişi düşünmektedir.Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz...

Copyright2010@
tRocKya_39

25 Şubat 2010 Perşembe

İŞTE BEYAZ,İŞTE YAŞAM,İŞTE AŞK..

koridorlar
tren istasyonları gibi pürtelaş
vagonlarda yaşam kavgaları...odalar
beyaz melekler üzgün
doktorlarda bir telaş
hayat memat meselesinde insanlar
aşk var mı?
gözlerde küçücük flörtler
odalarda hayat anları
feryat... figan... can pazarı...
ah hayat,ah yok olma duygusu
sevgililerde tereddütler,
heyecan
yaşama..yaşatma meselesi...dertler
anlarda küçücük meşkler
gönüllerde kaybolma korkusu
gözlerde hatıralar..
beklenen sevgililer..
ve özlenilen anlar...
aşk var mı?
olmalı mı?
olmamalı mı derken
olmalı
hemde yüreğin tam ortasına konmalı
gülümsemeli yaşam
aşk gülümsemelerde tutuklanmalı...
Gözlerimi geleceğe kapayıp geçmişi unutmak istiyorum.” deyip kendini hava gazıyla geçmişinden ve geleceğinden mahrum eden Sadık Hidayet’e inat , geçmişimizi bir masal tadında hatırlayıp geleceğe umut dolu gözlerle bakalım...

24 Şubat 2010 Çarşamba

EİNSTEİN VE ŞÖFÖRÜ

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile
gidermiş. Yine bir konferansa
gitmek... üzere yola çıktıkları bir gün şoförü
Einstein'a;

"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken
ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her
şeyi kelimesi
kelimesine biliyorum" demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte
bulunmuş:
"Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç
tanımıyorlar... O halde
bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim
yerime sen konuş,ben de
arka sırada seni dinlerim." Şoför, gerçekten
çok şahane ve başarılı bir
konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine
oturacağı sırada bir kişi,
o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:

"Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok
garip" demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein'ı
işaret ederek şöyle devam
etmiş:
"Şimdi size arka sırada oturan şoförümü
çağıracağım ve sorduğunuz soruyu,
göreceksiniz, o bile cevaplayacak."

Netice: AKILLI İNSANLAR, AKILLI İNSANLARLA
ÇALIŞIR....

23 Şubat 2010 Salı


Ben mi İstedim anne hadi vur beni düşeyim bulutların kollarına sil gözyaşlarını sarıl son defa cansız vücuduma anne hadi vur beni sık kurşunu sık oğlum der gibi anne anlamadım ben yaşamayı ben yaşar gibi yaşar gibi ölüyorum uykulara düşman gözlerim vücudum serseri yorgun dizlerim bir sevmek vardı taa şuramda bir ben vardım delikanlı hayatın uçurumlarında vermek bilirdim sevmeyi istemeden istenmeden vermek gitmek bilirdim sevmeyi ardına bakmadan ağırlaşan bedeni sarsmadan uyandırmadan güneşi anne hadi vur beni bıktım her gün ölmekten bıktım artık sevmekten ben ne insanlara sundum kalbimi dönüpte bakmadılar ne sevgilim oldu ne dostum bir ben oldum kaldırımların müdavimi bir ben oldum ölülerin hayattaki beklentisi bir ben oldum bir ben öldüm bir ben artık ben değilim anne hadi vur anne hadi çek tetiği ağlarsam namerdim ölürsem namerdim hadi vur beni sarıl anne sarıl bedenime okşa saçlarımı ağla anne ağla yağmurlar gibi yağ toprağıma anne beni sen vur bırakma namertlere



AZ GELİŞMİŞ ÜLKENİN ÇOK GELİŞMİŞ HIYARI

Her gördüğü güzele, gel motele gidek, der
Gel hele yemek yiyek, aşna fişna edek, der
Evde karın var, desen, o evdeki yedek, der
Ne nasihat kar eder, ne düzeltir uyarı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı


Viskiye meze yapar acılı lahmacunu
Elbisesiyle yatar, çıkarmaz pabucunu
Lavman diye kullanır nargile marpucunu
Kabuğuyla ısırır, çiğneyip yutar narı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

Evdekini boşadı, çirkin diye, kart diye
Dört tane karı aldı örfümüzde şart diye
Armudun iyisini hep ısırır hart diye
Leyleği bülbül bilir, öyle orman kibarı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

Kıçta çifte Baretta, elde cep telefonu
Kulaklık ağza gelir, ters tutar mikrofonu
Sütlaç yemez ekmeden üzerine kimyonu
Geceleri arşınlar beş kulüp sekiz barı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

Makarena yapışı entelliğe jestidir
Hem Şopen hayranıdır, hem Mahsun'un mestidir
Zort diye burun silmek kibarlığa restidir
İnsanlık iflas etmiş, dibine ekmiş darı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

Aftosuna giydirir bikini de tanga da
Evde ağır rollerde kaldırmaz palanga da
Böylesi yetişmedi Cukurbostan - Langa'da
Sandalye der oturur görse bilgisayarı
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

Anlatmaya çalıştım zontanın elitini
Piyasanın kurdunu, sosyetenin itini
Düne kadar kelinden ayıklarken bitini
Bugün yeşil yeşildir istifte milyarları
Az gelişmiş ülkenin çok gelişmiş hıyarı

20 Şubat 2010 Cumartesi

Aşk mı ?

Güzel şeylerden bahsetmek güzeldir her daim..
Aşk mesela ya da sevgi..
Nedir aşk ?
Kimine göre büyüktür, yücedir. Kimine göre ise değersiz.. Ama duyguların en yoğun yaşandığı dönemdir aşk.. Ucu bucağı yoktur. Ne kadar çok arzularsan o kadar büyüktür.
Hayaldir aşk.. Hayal edebildiğin kadar geniştir. Ama hayalinin süresi kadar da kısa..
Bu yüzden sevgi der bazıları. Gerçekten sevmek, çok sevmek ve çok sevilmek..

Sevgi mi büyüktür yoksa aşk mı ? Sorduğunuz kişiye göre değişir. Eğer devamı gelmeyecekse yıkımdır aşk.. Aşk'ın olduğu dönemde aile olamadıysan, sevgiliden öteye gidemediysen, yani bir anne baba, bir dost, bir sırdaş olamadıysan yıkıcıdır aşk.. Hani nerede kaldı büyüklüğü, yüceliği ? Sevgiye dönüştüremediysen aynı şiddette, hata sendedir ya da karşındakinde.. Ama mutlaka bir yerde eksik kalan bir yer vardır, oturmamıştır taşlar yerine.. En ufak bir sallantıda yıkılırsın.
Aşık olduğu kadar şiddetli sevemiyorsa o seni, yapacak hiç bir şey kalmaz geriye.. Muma dönersin, erirsin yavaş yavaş ama bir gün mutlaka bitersin.. Oysa şamdan olabilmektir mesele.. İstediğin sürece yanmak ve istediğin kadar aydınlatmak.. Bu da sevmektir haliyle.

Bir insan gerçekten aşıksa eğer, bulunduğu hiç bir ortam cezbetmez onu. Sadece aşık olduğu kişiyi düşünür, onunla yatıp onunla kalkar. Sabah yüzünü yıkarken, kahvaltı ederken ya da ne bileyim herhangi bir iş ile uğraşırken aklında sadece aşık olduğu kişi vardır. Günün herhangi bir saatinde herhangi bir tatlı kelime mutlu edebilmelidir, eder de nitekim.. Peki ya bir gün onu gördüğünde heyecanlanmazsan ? Yanına giderken ellerin terlememeye başladığında ne yapacaksın ? Aşk bittiğinde sevgiyi hapsedemediysen kalbe bir ilişkiyi nasıl yaşayacaksın ?

Herşeyi olduğu gibi bırakıp gitmek kolay olandır. Yakışmaz hiç kimseye.. Ya sırtına alacağın vebal ? Günden güne büyüdükçe sırtındaki aşk kamburu nasıl susturacaksın içindeki sesi ? Ya sevemezsen aşık olduğun kişiyi ? Sevemezsen aşkın da önemi yoktur, fedakarlıkların da.. Yapılacak hiç bir şey de yoktur. O zaman sen söyle hangisi daha güzel ? Hangisi günah ?

Mucci

19 Şubat 2010 Cuma

Ne güzel Edirne bayırında...

Anlatmadımız ilşki,içmediğimiz içki kalmadı edirne bayırında
Ayın şafkı vurunca burgazın üstüne edirne bayırında olmak ne güzel
Edirne bayırına yeni arkadaşlarla tanışmak ne güzel
Ne güzel edirne bayırında bir sevgili yüzünden ağlamak
Ne güzel edirne baırında kafamız güzel olunca siyaaset konuşmak
Farklı insanlarla Farklı arabalrda demlensekse dertlermizin aynı olduğunu hissetmek ne güzel
Her demde düşüp düşüp kalkmak ne güzel
Edirne bayırında....Ve geçmişe bir sitem şiiiri yazmak ne güzel edirne byırında

Hayt

Çok sevdiğim bir yalandı hayat,
Sense inkar ettiğm bir yalan,
Sonunun bile bile mi yaşadım ?
Onumu göre göre mi düştüm?
Yıkılcağımı bile bile mi içtim ,
senin gibi bir yalanı ?
Sanırım düşünmedem yaşadım seni,
Sanırım şimdi ben yalan oldum.
HAketmedim şeyleri yaşamak en buyuk yalandı.
Pegi neden bu yalanın baş Rolunde ben VArdım ???
Kısacası buna hayat mı diosunuz...???

FeTullaH GüLen? Türkiyedeki FetOkullilerin kaYNAğImI Dersiniz??

ABD'de geliştirilen Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli etabı "ilimli islam" siyasetinin gönüllü sözcüsü olan Gülen'in, bütün Türkiye'yi bir ağ gibi saran gizli örgütlenmesinin, sinsi hesaplarının ve yürütülen örtülü operasyonlarının deşifre edilmesi gerekiyor.

Sığındıkları ve on yıldır yaşadıkları ABD'den Türkiye'ye karşı ihanet projeleri hazırlayanların; bölge ülkelerine yönelik kuşatma ve işgal planlarının parçası olanların; toplumun inançlarını istismar ederek, bunu sermaye ve iktidar gücüne dönüştürenlerin oyununun bozulması için herkesin üzerine düşen görevleri yapması, her şeyden önce bir vatandaşlık görevidir.

İlkokulu dışarıdan bitirmiş, vaaz verirken ağlayıp, bayılan, Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk'e kinle dolu gezici vaiz Fethullah Gülen, ne zaman başı sıkışmış ise ABD'ye kaçmıştır. 1950'lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi de aynı: Dinlerarası diyalog.

Dinlerarası Diyalog, Fethullah Gülen'in CIA ile ilişkilerini sürdürmede kullandığı örtünün adı. CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatıdır. 1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken, sömürgeleştirmenin aracı olarak bir de Hıristiyan tarikatı kurdu. CIA'nın misyonerleri, bu tarikatı kullanarak Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ını, Budistlikten vazgeçirip Hıristiyan yaptılar. Moon, işte bu tarikatın adıdır. Resmi adıyla söylersek; Birleştirme Kilisesi. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Lig'ini örgütledi. Türkiye'de Komünizmle Mücadele Dernekleri, Dünya Anti Komünist Lig'inin uzantıları olarak kuruldu.

Diğer cemaatler Kur'an kursu ve İmam Hatip Liseleri gibi doğrudan dini eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, Turgut Özal döneminde, yurt içinde Anadolu liseleri ve kolejler açmaya başladı. Sovyetler Birliği'nin çözülmesi üzerine Gülen örgütü uluslararası okullar atağına geçti. Gülen'in öncelik verdiği ülkeler son derece dikkat çekici: Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar. Yani Amerika'nın ilgi alanındaki bölge ve ülkeler. Nitekim 1992'den itibaren, öncelikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Kafkas ve Balkan cumhuriyetlerinde, "Fethullahçı" diye bilinen vakıf ve şirketler, art arda kolejler açtılar. Ardından Asya ve Afrika ülkeleri geldi.

ABD'nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği'ni çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü "CIA muhalefeti"nin, Gülen Örgütü'nün önünü açtığı net olarak saptanabiliyor. Sovyet bloğuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen'i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika'nın Sesi Radyosu'nun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu döne döne övülüyor.

Fethullah Gülen, 28 Þubat sürecinde panikledi. Uzun süre ABD'de kaldı. Hükümet ve CIA yetkilileriyle görüşmeler yaptı. Cumhuriyet Devrimi güçlerini, "Arkamda Amerika var" mesajı vererek tehdit etmeye çalıştı. İkinci Cumhuriyetçi köşe yazarlarını seferber ederek kendini Amerika'nın adamı olarak savundurttu. Nevval Sevindi'nin Sabah Kitapları'ndan çıkan, "Fethullah Gülen İle New York Sohbeti"nde ABD emperyalizmiyle Nur tarikatının bağı, açıkça dile getiriliyor. İşte kitaptan bazı seçmeler:

"Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı. Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir iş yaptırmazlar. şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika'nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir."
Yani her şey ortada...

Fethullah'ın okullarının propagandası, "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar Türk dünyasının hizmetinde" sözleriyle yapılıyor. Oysa bu okullar, Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, ABD'nin hizmetindedir. Gülen cemaati tarafından yurt dışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, "İngilizce öğretmeni" diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Toplantıda, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam ve MIT temsilcisi de bulunduğu halde, olay karşısında sessiz kalındı. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.

Yer, Ankara'daki Başkent Öğretmen Evi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurt dışında açılan Türk okullarının sorunları. Toplantıya, başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere Bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlıktan, MiT'ten, Dışişleri Bakanlığı'ndan temsilciler de katılımcılar arasında. Ve elbet, yurt dışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır. Sıra, Özbekistan'daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.ş.'nin yetkilisine gelir. Bu okullar da, "Fethullahçılara ait" diye bilinmektedir. Müdür, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika'nın Özbekistan'daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB'in yayımladığı "Yurt Dışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı" adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım:

"Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz."

Özbekistan'da diplomatik pasaportla bulunan ABD'li "öğretmen"lerin çoğu, Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktadır. İngilizce dil "öğretmeni" olarak gözükmektedirler. Kırgızistan'da da 50-60 kadar Amerikalı "öğretmen" var. Bunlar da diplomatik pasaportlu. Ve Kırgızistan'da "Fethullahçı" diye bilinen okullarda "öğretmenlik" yapıyorlar. Gülen'in okulları, Adriyatik'ten sadece Çin'e kadar değil, Vietnam'a, Endonezya'ya kadar uzanmaktadır ve eğitim dili olarak da Türkçe'yi değil, İngilizce'yi kullanmaktadIr. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD'li ve İngiliz "öğretmenler" giriyor.

Gülen'in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD'li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri'nde faaliyet yürüten okullardaki ABD'li öĞretmenler, İngilizce adıyla "official passeport"a sahipler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD'li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen'in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Türkiye'deki karşılığı "yeşil pasaport" olan resmi görevli pasaportu, ABD'li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.

İşte ABD, işte Gülen... Bütün bunlara rağmen, hangi vatansever Türk vatandaşı hâlâ Gülen'in hizmetlerini savunabilir, anlamak çok güç...



Fethullah Hoca, bu kadar dindarligina ragmen HACI degildir.

Mekke'ye de Medine'ye de, KESİNLİKLE, giremez.

Neden mi ?

Şeriat kanunlarına göre, Fethullah hoca ŞEYH statüsüne soyunduğundan
ve müritleri olduğundan, Suudi Arabistan sınırları içerisinde ele
geçirilirse, hemen katledilir.
Çünkü; İslamiyette şeriatta ve Kuran'da şeyhlere ve / veya tarikat
liderlerine yer yoktur.
Özetle, Allah ile kul arasina kimse giremez !!

18 Şubat 2010 Perşembe

OrospU

Orospu gönüllerde,
Mutsuzluğa sadık geceler.
Yabancı bedenlerde,
Hep tanıdık sevişmeler.
Neden açık yataklarda,
Çok kapalı yürekler?
Yaralıların gittiği,
En kuytu köşeler.
Yalnızlığı bastıran,
En zevkli bahaneler.
Üst üste rahatlasan da,
Yine geçmez kederler.
Sen yorgun düşer,
Ben arkamı döner,
Kocaman bedenler tutuşsa da,
Buluşamaz o minicik eller.
Onca inlemeye rağmen,
Konuşulmaz bazı sözler.
Bedenin doymuş,
Ruhun açtır hala.
Giden gidemezken senden,
Gelen girmiştir koynuna.
Dert dediğin ketumlaştırır,
Alışırsın zamanla.
Kırık kalplerde olur hep,
İnkarcı gülümsemeler.
Loş odalarda boş şişeler,
Çok istesen de omuz silkmeler.
Maskeli baloya hoşgeldin,
Kostümlüdür davetliler.
Ve işteS böyle böyle,
Lekeleniriz teker teker.

Guus Hiddink Türkiye Milli Takımının Başında

İlk yazıyı spordan, Türkiye Milli takımıyla ilgili yazmak istedim..

Uzun zamandan beri kaos ortamı yaşayan Türkiye Futbol Federasyonu sonunda takımın başına bir teknik direktör getirmeyi başardı. Guus Hiddink...

Tabiri caiz ise yıllarca önce Türkiye'den arkasına teneke bağlanarak yollanmış bir antrenördür Hiddink. 1990-1991 sezonunda Fenerbahçe ile anlaşan Hiddink çıktığı ilk maçta Aydınspor'a 6-1 yenilerek Fenerbahçe tarihindeki en büyük hezimetlerden birisin yaşattı. Fenerbahçe medyasının bir türlü kabullenemediği Hiddink aynı sezon içinde takımdan gönderildi. İslam Çupi, Şansal Büyüka gibi o dönemin önemli gazetecileri Hiddink'in gönderilmesi için ellerinden geleni yaptı..

Bütün bunlara rağmen her gün teknik direktörlüğünün üzerine bir şeyler katan Hiddink şuan dünyanın en önemli antrenörlerinden birisi olarak gösteriliyor. PSV'de yaşadığı başarıları tekrar ediyor geçtiği her takımın başında. Makina futbolu oynayan Barcelona'ya Chelsea ile ecel terleri döktürebiliyor. Güney Kore ve Avustralya'ya tarihinin en önemli başarılarını yaşatıyor. Rusya'da ise oynattığı total futbol ile tüm dünyadan alkış alıyor..

Bildiğimiz üzere Türk milli takımı bir sistem yahut ekole sahip değil. Yıllarca tesadüfü başarılar ya da insan üstü gayretle bir yerlere gelmeyi başarmış bir takıma sahibiz. En iyi oynadığımız zamanlarda dahi bir ekol oluşturamadık... Belli bir ekolün sahibi teknik direktörleri kulübeye oturtamadık. Şimdi bir fırsat yakaladık, bakalım ne derece başarabileceğiz.

Türk spor basının halini hepimiz görüyoruz. Futbolcu eskileri spor medyasının tabanını oluşturuyor. Yapıcı haberlerden daha çok yıkıcı haberleri televizyonlara/gazetelere taşımayı seviyoruz.. Raitingin sansasyon yaratarak kazanılacağını düşünen bir çok yayın yönetmeni mevcut. Kısa vadede başarılı olsalarda milli takıma uzun vadede zarar veriyorlar.. Hepimiz biliyoruz, 1-2 ay sonra aldığı parayı hak ediyor mu ? Bir işçinin maaşı şu kadar, bu adam yıllık kaç para alıyor böyle ? gibi yazılara ya da yorumlara oldukça fazla rastlayacağız. Bu yorumları yapacağımız teknik direktör Guus Hiddink değildir !

Fenerbahçeye geldiği dönemlerde genç bir teknik direktördü. Şimdi ise dünya çapında bir hoca.. Dünyanın en büyük takımlarının kulübesine oturmuş bir hoca ile anlaştık. Hatta Hollanda ekolünün en önemli hocalarından birisi... Şu saatten sonra yapılması gereken sebretmek ve Guus Hiddink'e inanmaktır...

Eğer uzun vadede başarı istiyorsak sistemli uzun vadede bir çalışma gerçekleştirmemiz gerekiyor. Yapılacaklar listesinin başında analiz geliyor.. Türk milletini diğer milletlerden ayıran en belirgin özelliği duygusallığıdır. Bu duygusallığı pozitif yönde kullanbilir ve oluşacak sistemi bu duygusallık üzerinden kurmayı denerse 90 dakika dur durak bilmeden ama bilinçli bir şekilde saldıran, yorulmadan 90 dakika pres yapan, sahada basmadık yer bırakmayan bir milli takım izleyeceğimiz günler uzak olmaz. Türkiye milli takımında bu kapasite var.. Hiddink'te de bu kapasiteyi ortaya çıkaracak bilgi ve donanım var. Şu saatten sonra yapılacak tek şey sabretmek ve bütün dünyanın gözlerini kırpmadan izleyeceği bir milli takımın oluşmasını beklemek. Varsın 2012 kaçsın...

Mucci

Selam Olsun Herkese

Oturulur konuşulur Edirne bayırında..
Konuşulacak o kadar çok konu vardırki, sığmaz Edirne bayırına...
Sığdıramadık bizlerde.. Bu blog üzerinden devam ettirmeye karar verdik.

Genelde alkol alanların mekanı olarak görülür Edirne bayırı ama değildir.. Ayrı ayrı her konunun ince ince masaya yatırıldığı bir yerdir.. Her konuyu yerersin.. Her konu hakkında bilgi sahibi olanlar muhakkak vardır. Geceler boyu ülkenin durumu konuşulur, Trakya futbolunun bugünlerde geldiği nokta konuşulur, sevgiliye, işe, paraya dert yanılır.. Güzeldir Edirne bayırı, güzel... Selam olsun herkese oralardan..

Mucci